NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
أَبُو بَكْرِ
بْنُ أَبِي
شَيْبَةَ
حَدَّثَنَا
أَبُو
مُعَاوِيَةَ
عَنْ الْأَعْمَشِ
عَنْ
إِبْرَاهِيمَ
التَّيْمِيِّ
عَنْ
الْحَارِثِ
بْنِ
سُوَيْدٍ
عَنْ عَبْدِ
اللَّهِ
قَالَ قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
مَا تَعُدُّونَ
الصُّرَعَةَ
فِيكُمْ
قَالُوا
الَّذِي لَا
يَصْرَعُهُ
الرِّجَالُ
قَالَ لَا وَلَكِنَّهُ
الَّذِي
يَمْلِكُ
نَفْسَهُ عِنْدَ
الْغَضَبِ
Abdullah (b. Mesud) (r.a.)'dan
(rivayet edildiğine göre)
Rasûlullah (s.a.v.)
(sahabilerine) "Aranızda kime pehlivan dersiniz?" diye sormuş (onlar
da): "İnsanların yenemediği kimseye" demişler. (Bunun üzerine Hz.
Nebi de:
"Hayır, (öyle
değil); hakiki pehlivan öfke anında kendisine sahip olabilen kimsedir"
buyurmuştur.
İzah:
Müslim, birr
Öfke: Ahlâkî
rezaletlerdendir. İnsanda mevcud gazab kuvvetinin ifrat derecesi olan öfke bir
afettir. Öfke anında insan doğru düşünemez.
İfrat derecesi
böylesine bir afet olan bu kuvvet, aslında insana başkalarına zulüm ve
tehakküm etmek için değil, dışarıdan gelecek tehlikeleri def etmek için Cenab-ı
Hak tarafından ihsan Duyurulmuştur.
Eski ahlâk felsefesine
vakıf olanlar, pekâla bilirler ki ahlâkın esası iki şey üzerine dayanmaktadır:
a. Gazab (öfke)
kuvveti,
b. Şehvet küveti.
Gazab sadece bir
isimdir. Nefsin karşılaştığı münasebetsiz işlere karşı müdafaa kuvvetinin
adıdır. Şehvet de sadece bir isimdir. Nefsin karşılaştığı ve hoşlandığı işlere
karşı nefsin meyletmesinin ismidir. Yani bu gibi işleri elde etmeğe çalışan iç
kuvvetin ismi. İşte bu iki kuvvetin ifrat ve tefritinden veya itidalinden
yüzlerce ahlâkî iyilikler ve fenalıklar ortaya çıkar. Bunların her bilinin de
ayrı ayrı ahlâkî isimleri vardır.
Gazab kuvveti ifrat ve
tefritten uzak kalıp, itidal derecesinde bulunursa o zaman "şecaat"
ismini alır.
Bu da ahvâl ve
keyfiyyet bakımından muhtelif şekillerde tezahür eder. Mesela, hiddeti yenmek,
kahramanlık, hürriyet, hak söylemek, himmet sahibi olmak, mütehammil bulunmak,
sebatkârhk, vakar, sabır, sükûnet. hakka taraftarlık, ciddiyet,
çaltşıp-çabalamak. minnet, cihad... gibi hususlar şeklinde belirir.
Fakat bu itidal ortadan
kalkar da ifrata doğru giderse, o zaman "tehevvür"olur. Bu arada gurur,
kendini beğenme, hod-binlik, kibir, dik kafalılık, başkalarını, alçak görme,
zufrîi, katıl gibi birçok fenalıkları doğurur.
Eğer tefrit tarafına
mey! ederse, o zaman zillet, mezellet, hilim yokluğu, tahammülsüzlük, korku,
denâet, şenaat şekilleri ortaya çıkar.
Şehvet de tam itidal
halinde olmalıdır. O zaman, şehvete "İffet" denir. Bu sıfat da
muhtelif takva, cömertlik, eli açıklık, utanma (haya), sabır, şükür, kanaat,
tama'sızlık, tokgözlülük. iyi tabiat sahibi olmak, terakkiper-verlik, soy-sop,
aile severlik... gibi.
Sonra yine, bu sıfat da
ifrat ve tefrite uğrarsa o zaman hırs, tema, utanmazlık, israf, cimrilik,
riya, edebsizlik, dalkavukluk, kıskanma , haset gibi bir hayli kötü sıfatlar
ortaya çıkar.
Hristiyan taliminin
esası, insanın yukarıda geçen gazab ve şehvet kuvvetlerini tamamen ortadan
kaldırmaktır. İslamî talimin esası ise şehvet ve gazab kuvvetlerini ortadan
kaldırmak değil, bunların ifrat ve tefrit yollarına sapmalarını önlemek,
itidali bulmak, itidal üzere hareket ettirmektir.
Binaenaleyh bir kişi
akıl ve hikmetin tedbirine uyarak yumuşaklık gereken yerde, yumuşaklık, şiddet
gerekli olan yerde de şiddet gösterirse övülen bir tutuma sahib olmuş olur.
Bunun aksi olarak ifrat-tefrit olacak davranışlara sürüklenirse çirkin durumlara
düşer. Aklın âfetleri içinde yer alan gazabın ifrat derecesine varması kadar
aklı giderici bir âfet yoktur. Çünkü bu en latif bir anlaşma aracı olan bir
varlığı mecnun haline getirip sahibini duygu ve ayırd etme gücünden soyunmuş
hunhar bir hayvana değiştirerek soyup çektiği akıl ve idrakin yerine, bir
heyecan yükler. Hiddet, arttığı zamanda insan artık dürüst söz söylemek gücünü
yitirip, yal-nız bağırıp çağırmaya başlar. Gözleri kimseyi görmez, kulakları
duymaz olur.
Rengi atan yüzünden,
kızaran gözünden ve dehşetli bir hale varan nefsinden her türlü cinayeti
işlemeye hazır olduğu anlaşılır. O zaman bu kişiyi bu halden ne din ne kanun
ne de nasihatçıların sözleri alıkoyamaz.
Gazabın bir fenalığı da
ev idaresinde, iş idaresinde, çeşitli rahatsızlıklara ve yolsuzuklara sebep
olmasıdır. Çünkü aile fertlerine, arkadaşlarına, iş muhitinde emri
altındakilere sert davranırsa, onlar gönül hoşluğuyla iş göremezer. Zor ile
yaptırılan bir işte ise hiçbir hayır ve menfaat olamaz. İnsana seve seve iş
gördüren, güleryüz, tatlı dildir.
Hatta İmam Şafiî
hazretleri "kılınç ve okla meydana gelmeyen pek çok şey, yumuşaklıkla
yaptırılır ve çoğunlukla hiddetlenmenin zararı, sahibine ait olup kendisine
hiddetlenilen kişi zarardan uzak kalır" demişlerdir...
Eğer bir kişi
"Hiddet halinde, insanın iradesi elinde değil ki nefsini
zapdedebilsin?" diyerek itiraz ederse ona şöyle cevap veririz: "Niçin
bir kimse emri altındakilere hiddetlendiği kadar mevkice kendinden yukarı olan
kişilerin önünde hiddetlenmiyor?" Demek ki kişi büyüklerden çekinip
sakındığı için huzurlarında gazablanrmyor. Şu halde iradesi elindedir
hiddetlenmemek gücüne sahiptir"
Nitekim, Hz. İsa
Aleyhisselam'a: "Alemde en zorlu şiddetli olan şey nedir? diye
sorduklarında:
Herşeyden şiddetli olan
Allah'ın gazabıdır, ondan cehennemler bile titreyerek, demiş; "Bundan
kurtuluş yolu nedir?" dediklerinde:
Kendi gazabını terk et,
cevabını vermiştir.
Gazabdan kurtulmanın
ilacı, buna sebeb olan halleri gidermektir.
Ahlâk kitaplarında
açıklandığı üzere, gazaba sebep olan hâller on tanedir:
1. Ucub (kendini
beğenme),
2. İftihar (övünmek)
3. Mira (kavgacılık)
4. Licâc (övüngeçlik)
5. Mizah (şakacılık)
6. Tekebbür
(büyüklenme)
7. İstihza (alay)
8. Gadr (eza ve cefa
etmek)
9. Daym (çaresizlere
eziyet etmek)
10. Münâfeset
(bencillik)
Yüce Allah şu âyet-i
kerimesinde öfkesini yenenleri övmüştür: "(O takva sahipleri) bollukta ve
darlıkta harcayıp yedirenler, öfkelerini yutanlar, insanların kusurlarını
bağışlayanlardır. Allah da iyilik edenleri sever."[Al-i İmran 134]
Öfke anında Allah'a
sığınmak ve öfkenin geçmesini istemek gerekir. Resûl-i Zişan efendimiz görmüş
olduğu öfkeli bir adam hakkında: "Ben bir kelime biliyorum ki, eğer şu
adam o kelimeyi söylese mutlaka öfkesi geçer. O kelime: "Euzu billahi
mineşşeytanirracim" sözüdür"[Müslim, Birr] buyurarak bu gerçeği
açıklamıştır. Nitekim bir numara sonra gelecek olan hadis-i şerifte bunu ifade
etmektedir.